ÖZGÜRCE YÜRÜMEK
Ben Beyoğlu’nu özledim. Taksim’i geri istiyorum. Eskisi gibi Beyoğlu’nda, Galata’da rahatça, özgürce yürümek, kendimi yabancı turist gibi hissetmeden ve şortumla kimseden çekinmeden gezmek istiyorum.
Sıkıcı göç politikasından bahsetmeyeceğim ve böyle başlayınca faşist bir yazı gibi göründüğünün farkındayım. Bunu ayrılıkçı bir yazı olsun diye yazmıyorum ama eski Türkiye’yi özlüyorum. Ben eski özgür günleri geri istiyorum.
Galata, Beyoğlu, Tünel, Tophane’ye inen yokuşlar… Bir Istanbullu olarak buralarda gezmek pilimin şarj olması gibi. Mutsuzken belki ağlayarak yürüdüğüm, mutluyken gülerek etrafı izlediğim, 20li yaşlarımın partileri, eğlenceleri… bunlar eskiyi yad etmek değil, eski özgür günleri tekrar istemek. İstiklal’den sabahın 4ünde tek başıma kısa bir etekle yürümüşlüğüm çok vardır, başıma da hiç bir şey gelmemişti. Çünkü o zamanlar sadece karanlık sokaklara girmemek ve bazen hoş bir enerji almadığınız kimseyle karşılaşırsanız caddenin diğer tarafından dolmuşlara kadar yürümeye devam etmek yeterliydi. Sanki Taksim’de eskiden herkes daha mutluydu.
Galata Kulesi
İstanbul’daki en sevdiğim yapı. O yüzden ayrı bir başlığı hak ediyor. Asansörle tepeye çıkıp, inerken duvarlarına dokunmak. Bazı tarihi yerlerde taşa toprağa dokunmak insana garip bir his veriyor. Reenkarnasyon varsa, eski İstanbul’la mutlaka bir bağım olmalı. Aksi durumda bir yapının bir insana bu kadar iyi gelmesinin açıklaması olamaz. Galata Kulesiyle ilgili çeşit çeşit efsaneler, hikayeler var. Bir tanesi de ilk kiminle çıkarsan, onunla evlenirsin. Ben ilk tek başıma çıktım, hep tek başıma çıktım. Kalabalıklar içinde tek başıma Galata Kulesi’nden manzarayı izledim ve hiç hüzünlenmedim. Ama yine de bir kaç ay önce Galata Kulesi’nden atlayarak intihar eden kişiyi anlıyorum, son gördüğü şeyin güzel olması önemli.
Beni şahsen tanıyanlar bilir ki, ben ne zaman canım sıkkınsa Galata Kulesi’ne çıkar bir yarım saat orda kalır etrafı izlerim. Eğer sizde cep telefonu numaram varsa, görmüşsünüzdür ki profil fotoğrafım bile Galata Kulesinden. Ne kadar moralim bozuk olursa olsun, Galata Kulesinden Haliç yönüne bakmak her zaman iyi geldi. O kadar iyi geldi ki işte, bu bir alışkanlığa dönüştü. Kule 23:00’e kadar açık, o yüzden işte kötü bir gün geçirdiysem dönüşte eve gitmeden önce kuleye uğramak, en azından elimi duvarına koymak bana iyi geliyor. Bunu aptalca ya da belki romantik bulanlar olabilir. Kimin ne düşündüğü umrumda değil, bana neyin iyi geldiğini biliyorum ve sanırım günün birinde bana iyi gelen bir insanla da kuleye birlikte çıkabilirim. En azından bu düşünce romantik, öyle değil mi?
Galata Kulesi’ne giderken metronun Şişhane-İstiklal Caddesi çıkışından çıkar, yokuştan aşağı yürürüm. Yürünecek iki yol var, ya Galata Mevlevihanesi önünden ya da en sevdiğim İspanyol restoranının önünden aşağı inerim. Eğer keyfim yerindeyse orada Sangria içmek de hiç fena olmuyor.
Mesela favori dövmecilerimin de dükkanları oralara yakın. Ben çok severdim oralarda yürümeyi. Her ne kadar Galata Kulesini çok sevsem de, işletmesi özelleştiğinden ve kulenin duvarlarının bir kısmını içten yıkarak; kulenin iç alanını genişlettiklerinden beri biraz işletmeci kuruma tavırlıyım. Cenevizlilerden kalan ve İstanbul’daki en sevdiğim yapıda böyle garip restorasyonlar canımı sıkıyor.
Eğer kuleden indikten sonra, hala yürümeye ihtiyacım varsa İstiklali’n yukarılarına doğru çıkarım. Bir dileğim varsa Saint Antuan’da bir mum dikip dilek dileyebilirim. Biraz kilise sıralarında oturup, oldukça acıklı görünen İsa’ya bakabilirim. Sonra oradan çıkıp Balo Sokak’taki Irish Pub’a gitmek de en tatlı zevklerimden. Tek başıma bile gitsem her zaman eğlendiğim bir yer oldu. Hele Saint Patrick Day ise, bir Irlandalı kadar kutlayabilirim. Gıda boyasıyla yeşil renkle servis edilen bira bile güzel.
Bunlar günün her saati için OK olan aktiviteler. Ama bir diğer zevkim de eğer sıcak bir yaz günüyse yada İstanbul’da kar yağdığı günlerden birinde İstiklal'in girişindeki Hagia Eirene Ortodoks Kilisesi de durup, güzelliğini görmeniz için harika bir yer. Bu bölgede görülecek, sevilecek o kadar çok yer var ki, sevdiğim küçük barlar, kitapçılar, antikacılar, coffee shoplar…Denize doğru inen yokuşlar…
Ama artık hiç bir yer rahat değil. İstiklal'in Galatasaray Lisesi ve Meydan arasındaki kısmından geçmeyeli çok zaman oldu. Hala kurtarılmış bölgelere gitmeye devam ediyorum ama her yerde o kadar kötü bir kalabalık var ki… İstiklal’de eskiden jazz da duyardınız çok güzel türküler de. Ama artık anlamsızca göç almaya devam eden İstanbul’umda - evet benim İstanbul’um- İstiklal’de hepsi Arapça ya da Arapça’ya benzeyen sesler, müzikler hakim. İnsan kalabalığında çok çeşit olsa da sokak müziğinde Arapça arabesk hakim. Eskiden Yapı Kredi Kültür’ün önünde takılan “emo”lar olurdu, artık onların yerlerinde Suriyeliler, Afganlar oturuyor…
Niyetim ayrım yapmak değil, ben kendi ülkemde özgür yaşamak istiyorum.
1 Adet Yorum
Ömer
22-11-2022
İstanbul'daki tarihi dokuya sosyolojinin değişmesi ile birlikte sizin benim gibi yerliler için ulaşılması, her geçen gün daha maliyetli bir hale geldi. İstiklal Caddesi bu sosyolojik karışımın barışçıl bir biçimde toplandığı bir yerdi; ancak son birkaç yılda 2 defa patladı. Can güvenliği konusunu bir tarafa bırakırsak gelen çoğunluğun artık Arap, Afgan veya Pakistanlı kökenli olması oralarda geceleri rahat rahat dolaşmayı neredeyse imkansız hale getiriyor. Ben daha önce Şişhane taraflarında 1.5 yıl kadar oturmuş biri olarak artık Taksim'i düşünmek bile istemiyorum. Şişhane taraflarında kurtarılmış 3-4 bölge var ama sıra oraya da gelecektir yakında. Sizi tekrar Oyuncak Müzesi taraflarına davet ediyorum sayın hocam. Saygılarımla, Insta; f.kelepce ( Güzel kızlar eklerse memnun olurum.